NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
الْقَعْنَبِيُّ
عَنْ مَالِكٍ عَنْ
الْعَلَاءِ
بْنِ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ عَنْ
أَبِيهِ عَنْ
أَبِي
هُرَيْرَةَ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
خَرَجَ إِلَى
الْمَقْبَرَةِ
فَقَالَ
السَّلَامُ
عَلَيْكُمْ
دَارَ قَوْمٍ
مُؤْمِنِينَ
وَإِنَّا
إِنْ شَاءَ
اللَّهُ
بِكُمْ
لَاحِقُونَ
Ebû Hureyre'den (rivayet
olunduğuna göre),
Rasûlullah (s.a.v.) (bir
gün) mezarlığa gitmiş (oraya varınca):
"Selâm size ey
mü'minler diyarı, inşaallalı biz de size katılacağız" demiş.
İzah:
Müslim, tahâre, cenâiz;
Nesâî, tahâre, cenâiz; İbn Mâce, cenâiz, zühd; Ahmed b. Hanbel, II, 300, 375,
408, V, 353, 360, VI, 71, 76, 111, 180, 221.
Bu hadis-i şeriften,
ölülere selâmın aynen dirilere verildiği gibi, "Es-selâmü aleyküm"
şeklinde verileceği anlaşılmaktadır. Aslında her hayırlı dua bu şekilde
yapılır. Yani önce dua kelimesi zikredilir, sonra kendisine dua edilen kimsenin
ismi veya o ismin yerini tutan kelime zikredilir. Nitekim şu âyet-i kerimelerde
de böyle olmuştur:
1. "Allah'ın
rahmeti ve bereketleri sizin üzerinize olsun, ey ev halkı."[Hûd 73]
2. "İlyas'a selâm
olsun."[Saffat 130]
Selâm da hayırlı bir
dua olduğundan bu şekilde verilmesi icab eder. Fakat beddualar bunun aksinedir.
Önce üzerine beddua yapılan şahsın ismi veya bu ismin yerini tutan kelime
zikredilir, sonra beddua için kullanılan kelime zikredilir: "Ta ceza
gününe kadar lanetim üzerindedir."[Sâd
78] âyet-i kerimesinde olduğu gibi. Bu hususta selâm verilen kimsenin
ölü olmasıyla diri olması arasında bir fark yoktur. İleride edeb bölümünde
gelecek olan "Aleykesselâm diye selâm verme, çünkü bu ölülerin
selâmıdır" mealindeki 4084 numaralı hadis bu gerçeğe aykırı değildir.
Çünkü bu hadiste ifade edilmek istenen şudur: "Aleykesselâm"
kelimesi ölülerin kendi aralarındaki selâmlarıdır. Esselâmü aleyküm kelimesi
ise böyle değildir. Diriler; ölülere de dirilere de selâm verirken bu kelimeyi
kullanırlar.
Metinde geçen
cümlesinin aslı, dîr. Fakat "ehl" kelimesi hazf edilmiştir. 'Dâr'
kelimesi ev, yurt, ülke gibi manâlara gelir, Arap dilinde meskun evlere dâr
denildiği gibi, harebelere de dar denilir. Hattâbî'nin de ifade ettiği gibi
hadis-i şerif, mezarlığa da "dâr" denilebileceğini ifade etmektedir.
Menhel yazarına göre,
diriler evlerde toplandığı gibi, ölüler de mezarlarda toplandığından, burada
evlere benzetilerek mezara "dar = ev" denilmiştir.
"Her canlı ölümü
tadacaktır."[Âl-i İmran 185] ilâhî hükmünce, her canlının ölüp kendinden
önce Ölenlere katılacağı halde hadis-i şerifte, "İnşaallah biz de size
katılacağız." gibi, Allah'ın Ölümü dilememesi ihtimali de varmış da, dilememesi
halinde ölüm olmayacakmış gibi bir ifade kullanılması; ölümün vuku bulmasının
şüpheli olduğunu anlatmak değil, sadece Allah ismini anarak bir berekete nail
olmak içindir. "Allah dilerse güven içinde (kiminiz) başlarınızı tıraş
ederek ve (kiminiz saçlarınızı) kısaltarak korkmadan Mescid-i Haranı'a
gireceksiniz.,”[Fetih 27] âyet-ı kerimesinde olduğu gibi.
"İnşaallah"
kelimesi burada cümleyi "Allah" lafzıyla süslemek için kullanılmış
da olabilir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'inde: "Hiçbir şey için bunu yarın
yapacağım deme. Ancak Allah dilerse (yapacağım) de..."[Kehf 23, 24]
buyurarak her yapacağı iş için "inşaallah" tabirini kullanmasını
emretmiştir.
Ayrıca bu kelime,
imanla ölmek kesin olmadığına işaret için kullanılmış da olabilir.
Hattâbî'ye göre;
Rasül-ü Ekrem'in mezarlığı ziyareti sırasında yanında bazı münafıklar da
bulunuyordu. Onların iman edip mü'min olarak ölmeleri ve müslüman kabristanına
gömülmeleri son derece şüpheli idi. Rasûlü Zişan Efendimiz
"inşaallah" kelimesiyle onların bu şüpheli durumuna işaret etmek
istemiş de olabilir.
Bu hadis-i şerif,
mezarlığı ziyaret eden bir kimsenin ziyaret esnasında, "esselâmii aleyküm
dara kavmin mli'minîn ve inşaallahü biküm lâhikûıı" demesinin meşru
olduğunu ifade eder.
Kabir ziyareti
esnasında bu cümleyi okumanın meşruluğuna delâlet eden daha pek çok hadis-i
şerif vardır. Bunlardan bazılarının meali şöyledir:
1. "Rasûlullah
(s.a.v.) kabristana çıktığımız vakit ne söyleyeceğimizi bize öğretirdi.
İçimizden birimiz: Selâm size ey bu diyarın mii'min ve müslim olan halkı!
Bizler de inşaallah size katılacağız, derdi."[Müslim, cenâiz]
2. "Ey bu
kabirlerin sakinleri, Allah'ın selâmı üzerinize olsun. Allah bizi de sizi de
afv etsin. Siz, bizim selefimizsiniz; biz de yoldayız."[Tirmizî, cenâiz]
3. "Selâm size ey
mü'minler diyarı. Size yarın verileceği va'd olunan şey verilmiştir. Sizler
bekletilmezsiniz. İnşaallah biz de size katılacağız. Allah'ım, Baki Ğarkat'da
yatanlara mağfiret buyur."[Müslim, cenâiz]
4. "Hz. Âişe
(bize): Size Nebi (s.a.v.)'den ve kendimden bir şeyler söyleyeyim mi? dedi. Biz
de, hay hay dedik. Bunun üzerine bize şunları söyledi;
Yanımda bulunduğu bir
gece, Rasûlullah (s.a.v.) (elbisesini) değişti, cüb-besini yere koydu.
Kaftanının bir tarafını döşeğinin üzerine yayarak uzandı. Çok geçmeden benim
uyuduğumu zannederek yavaşça cübbesini aldı, ayakkabılarını giydi ve kapıyı
açarak çıktı. Sonra yavaşça kapıyı kapadı. Ben, hemen entarimi başıma geçirdim,
baş bezimi sarındım, çarşafıma burundum sonra onun peşinden yola düştüm. Baki'a
varınca durdu, hem de epeyi durdu.
Sonra üç defa ellerini
kaldırdı, sonra geri döndü. Ben de döndüm. O süratle yürüdü ben de süratle
yürüdüm, o eşkin gitti, ben de eşkin gittim, o koştu ben de koştum. Neticede
onu geçerek eve girdim. Ben yatar yatmaz o da girdi ve:
“Sana ne oluyor ya
Âişe? Heyecanlanmışsın..." buyurdu. Ben:
Bir şey yok, dedim.
Rasûlullah (s.a.v.):
"Ya söylersin,
yahut latîfül-habîr olan Allah bana mutlaka haber verir" dedi. Ben:
Ya Rasûlallah, anam
babam sana feda olsun, dedim ve olanları kendisine haber verdim,
"Ya! Önümde
gördüğüm karaltı sen miydin?" dedi.
Evet, cevabını verdim.
Bunun üzerine beni göğsümden öyle bir itti ki, canımı yaktı. Sonra şunları
söyledi:
"Allah ve Rasûlü sana
zulüm mü edecekler sandın? İnsanlar neyi gizlerse gizlesin, Allah onu bilir.
(Rasûlullah sözüne devamla):
Senin gördüğün zaman
bana Cibril geldi de nida etti. Ama nidasını senden gizledi. Ben kendisine
cevap verdim. Fakat ben de cevabımı senden gizledim. Sen soyunmuş bir vaziyette
iken yanma girecek değildi ya. Ben senin uyuduğunu zannettim de, uyandırmak
istemedim. Korkacağından şüphe ettim. Cibril şunları söyledi:
Rabbin, Baki'de
yatanların yanına giderek onlar için istiğfarda bulunmanı sana emrediyor. Ben:
Onlara ne diyeyim ya
Rasûluliah? dedim. Nebi (s.a.v.):
"Selâm, mii'min ve
müsliimanlardan bu diyarda yatanlara. Allah bizim geçmişlerimize de
geleceklerimize de rahmet eylesin. Bizler de inşaallah sizlere katılacağız, de
buyurdular,"[Müslim, cenâiz]
5. Âişe (r.a)'dan,
şöyle demiştir:
Ben bir defa onu yani
Nebi (s.a.v.)'i evde bulamadım da (aradım). Baktım ki Baki mezarhğındadır.
Şöyle buyurdu:
"Selâm sizlere ey
mü'min bir kavmin kabristan (halk)i, siz bizim için öncülersiniz ve biz muhakkak
size iltihak edeceğiz. Allah'ım, bizi onların sevabından mahrum etme ve bizi
onlardan sonra hak yoldan saptırma."[İbn Mâce, cenâiz]
Meşru bir kabir
ziyaretini İmam Nevevî şöyle tarif ediyor: ' 'Kabir ziyaretçisi; alçak
gönüllü, Allah'ın azametini düşünücü, kendisinden önce ölenlerden ibret alıcı
olarak ve Allah rızası için .nezarhğa gitmelidir. Kabrin yanına vardığı zaman
sırtını kıbleye verip yüzünü kabre döndürerek selâm verir ve dua eder.
Hadislerde varid olan selâm ve dua şeklini tercih etmelidir. Nebi (s.a.v.)
Baki'a gittiği zaman yaptığı gibi, bir özrü varsa oturmakta beis yoktur. Kabrin
çevresinde tavaf etmek, kabir sahibinden dilekte bulunmak sakıncalıdır."
Kabrin başında Kur'ân
okumaya gelince:
1. Ebû Hanîfe, bu
konuda sahih bir hadis bulunmadığı gerekçesiyle mekruh görmüşse de Hanefî
mezhebinin tercih edilen kavline göre Kur'ân okumak müstehabtır. Çünkü bu
konuda eserler vardır. Ziyaretçi bilhassa Yasin sûresini okumalıdır.
Hanefîlerin Dürrü'l-Muhtar adlı fıkıh kitabında; kabir ziyaretinde Yasin sûresi
okunur, denilmiştir. İbn Âbidin de bu sözle ilgili olarak: Çünkü,
"Kabristana girip Yasin sûresini okuyan olursa, Allah o gün için azabtaki
ölülerin azabını hafifletir ve okuyucu için ölü sayısınca hasenat olur."
mealindeki hadis varid olmuştur, der.
el-Lübâb şerhinde:
Ziyaretçi; Fatiha, Bakara'nın ilk sahifesini, Âyetü'I-Kürsî'yi, Âmene'r-Resûlu,
Yasin, Mülk, Tekâsür sûrelerini ve oniki, onbir, yedi veya üç defa İhlâs
sûresini okur; sonra, Allah'ım şu okuduğumun sevabını falana veya şunlara
ulaştır diye dua eder, denilmiştir.
2. Şâfiîlere göre;
ziyaretçinin Kur'ân okuması müstehabtır. Nevevî, el-Mecmu'da: Ziyaretçinin
kabristana selâm vermesi ziyaret ettiği Ölüye ve bütün kabristandakilere dua etmesi,
Kur'ân okuması ve sonra ölülere dua etmesi müstehabtır. Şafiî'nin bu hususta
nassı vardır. Arkadaşları da müttefi-kan te'yid etmişlerdir, demektedir.
3. Hanbelîlere göre,
Kur'ân okunmalıdır. el-Mtığnî'de şöyle denilir: İmam Ahmed'den rivayet edildiğine
göre: "Kabristana girdiğin zaman üç defa Âyetü'l-Kürsî ve İhlâs sûresini
oku. Sonra de ki: Allah'ım, bunun sevabı şu kabristan ehlinedir."
demiştir.
Ölülere; dua, istiğfar,
sadaka ve hac gibi hayratın sevabının bağışlanmasında bir ihtilâf bilemiyoruz.
Ahmed; ölüye hayrın her çeşidi ulaşır. Çünkü bu hususta varid olan nasslar
vardır, demiştir.
4. Mâlikîlere göre,
kabir üzerine Kur'ân okumak mekruhtur. Çünkü selefin böyle bir tatbikatı
yoktur. Selefin yaptığı şey, sadaka ve duadır. Mâli-kîlerin bazılarına göre,
Kur'ân okuyup sevabını ölüye bağışlamakta beis yoktur. İnşaallah ölüye sevab
hasıl olur.[Bk. Hatipoğlu Haydar, Süneni İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, IV,
400-401.]